İçinizde Türk Olmayan Var mı?
Lise öğrencisiyken herkes gibi ben de üniversite hayali kurardım. Sınava gireceğim yıl gelip çattığında kredili sistemin son jenerasyonu olarak bu sistemin olumlu yanlarından da faydalanıp kredilerimi erken doldurdum ve liseyi iki buçuk yılda bitirdim. Hatta o son yarım dönemin de sadece haftada altı saati okula gitmiştim. Az daha hızımı alamayıp iki yılda bitirecekmişim liseyi ama sistem bu kadarına müsaade ediyordu.
Normal bir öğrenci gibi kucağımda kitaplar ya da sırtımda bir çantam yoktu ama başımda başta kavak yelleri olmak üzere epey bir rüzgâr esiyordu. Kafamdaki yasak ve tehlikeli düşünceler zihnimi ve kalbimi her an ihtilaçlı hâle getiriyordu. Her türden kitap okumayı kitaba ulaşmanın hiç de kolay olmadığı o zamanlarda çok seviyordum.
Sınav yaklaştıkça öğretmen olmak istediğimi daha doğrusu kaderim olan coğrafyam tarafından böyle şartlandırıldığımı ama yalnızca edebiyat öğretmenliği yapabileceğimi düşünmeye başlamıştım.
Sıra tercih yapmaya geldiğinde on sekiz tercihimin tamamını edebiyat olarak yaptım. Öğretmenlik benim özgün ve özgür tercihim değildi çünkü içinde bulunduğum toplumun beni kapattığı zindan ve mahdut hayal dünyam beni yalnızca öğretmen olabileceğime inandırmıştı. Tabi bunları bugünden bakınca gülümseyerek hatırlıyor ve o zamanlar yaşadığım trajediyi bugün komedi olarak görüyorum.
Mehtaba bakıp şiir yazacağımızı düşünerek henüz on sekiz yaşıma bile girmeden kazandım üniversiteyi. Ankara’da edebiyat bölümünü kazandım ve büyük umutlarla, heyecanla başladım okula. Hayatımda ilk kez kendi irademle yaşadığım şehirden çıktım ve Güneydoğu’nun küçük bir şehrinden Türkiye’nin başkentine geldim. Mehtaba bakıp şiir yazacağız, edebiyat okuyacağız, çok heyecanlıyım…
Üniversite hayatımın ilk dersinde bayan bir hoca kürsüden: “Hoş geldiniz, içinizden Türk olmayan var mı?” dedi.
Üç kişi el kaldırdı: İki kişi yurt dışı kontenjanıyla gelmişti. Adlarını ve uyruklarını söylediler.
Üçüncü kişi ise bendim… Ben de Türk değilim dedim.
Adımı söyledim, Adıyamanlıyım ve Kürt’üm dedim. Bu cevap, sınıfta soğuk duş etkisi yaptı ve hocanın gözlerinde şimşekler çakmaya başladı. Bense ne büyük günah işlediğimi bilmeden saf saf hocaya ve sınıfa bakıyorum. Yanımda oturan ve hemşehrim olan bir arkadaş beni dürterek sessizce bana Kürtçe oturmamı ve susmamı telkin ediyordu. Ben de olan bitene anlam veremiyor ve hocanın niye bu kadar şaşırdığını düşünüyordum. Bir yandan da ya hu bu arkadaş da Kürt ama o niye el kaldırmıyor diye düşündüm ama tabi cevabını geç de olsa yaşayarak öğrendim.
Hoca, gözlerini benden ayırmadan Türk olmayan diğer iki kişiye eliyle oturun işareti yaptı ve bana, “Sen kal Adıyamanlı, sen niye Türk değilsin söyle bakalım?” dedi. Ben de yine tüm saflığımla vallaha hocam, kendimi bildim bileli Kürt’üm işte. Dolayısıyla sorunuza böyle cevap verdim, dedim.
İşte ne olduysa o günden sonra oldu. Ben o hocanın dersini bütün yaz okullarında aldım ama geçemedim, sonraki üst sınıflarda o dersi alttan aldım geçemedim. Sonra başka bir hocadan alıp da geçtim.
Verdiğim cevap asla siyasi bir motivasyon veya kasıtlı değildi. Bilakis tamamen klasik tabirle “saf Anadolu çocuğu” olmanın sonucuydu. Hocanın aklına gelen muhtemel düşüncelerden ve sebeplerden çok şükür ki o gün de bugün de çok uzak oldum. Ama hocanın tavrı hem bölüm hem de yapmayı düşündüğüm öğretmenlik mesleğiyle ilgili beni derin bir sukutuhayale uğratmıştı.
Mehtaba bakıp şiir yazamayacağımızı, önümüze Muharrem Ergin’in Osmanlıca kitabının konulup, “Hadi oku bakalım.” denildiğinde ve ben de Osmanlıca okumayı bilmediğimi söylediğimde de anlamıştım ama üniversite hayatımın ilk dersindeki bu talihsiz olay nerdeyse bütün hayatımı bir şekilde etkilemişti.
Bölümden ve okuldan fena hâlde soğudum. Halbuki ben ne hayallerle gelmiştim bu bölüme. Son sınıfa doğru yine de bölümümde yüksek lisans yapmak istedim ve aynı okulun yeni edebiyat yüksek lisans programına başvurdum. Tanzimat Dönemi’nden günümüze kadar olan dönemi içeren yeni Türk edebiyatı bölümünde çalışmak istiyordum bizdeki gâvurlaşma tarihini öğrenmek için.
Akademik camiada tanınmış ve daha kendisi hayattayken Türkiye’deki çoğu edebiyat fakültelerinde eserleri ders kitabı olarak okutulan bir hoca, yeni Türk edebiyatı yüksek lisans jüri başkanıydı ve lisans eğitimi sırasında da hem bölüm başkanıydı hem son iki yıl yeni edebiyat derslerimize de girmişti.
Yüksek lisans mülakatı için odaya girdiğimde bu beyefendi bana, “Seni hatırlıyorum, sen ‘kanımız aksa da zafer İslam’ın’ diye bağıranlardandın dedi.
Hâlbuki ben bu hocayla sınıfta tek kelime konuşmamıştım, hocaların odalarına gitmek, kapısında beklemek zaten hiç yaptığım bir şey değildi.
Çünkü “Yukardan bakarım efendilerin pusatlarına…”
Lisans eğitimimin ilk dersinde yaşadığım şoktan sonra bu defa yüksek lisans mülakatında daha büyük bir şok yaşadım. Üniversiteye başlarken muhtemelen beni siyasal Kürtçü, örgütçü diye dört yıl süründüren hocadan sonra bu defa karşı cephede olma suçlamasıyla karşı karşıya buldum kendimi!
Bu hep böyle oluyordu zaten. Birileri dinci diye yaftalarken birileri de bunların dışı yeşil ama içleri kırmızıdır, komünistlere daha yakın bunlar diyordu.
Evet, çok eyleme katıldım. İlk polis copunu o yıllarda Tandoğan Meydanı’nda YÖK protestosunda solcularla birlikte yedim, sonra üniversitelere sokulmayan başörtülüler için yaptığımız başörtüsü eylemlerinde yediğimiz copların ve biber gazlarının hesabını tutmaya matematiğim yetmedi fakat “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” diye bir slogan attığımı hiç hatırlamıyorum.
Bu bölüm başkanı beyefendi şimdi profesör olup o yıllarda asistan olan bir hanımefendiye dönüp, “Şuna bir şeyler sor da çıksın.” anlamında bir şeyler söyledi. Asistan daha ağzını açacaktı ki ben evraklarımı aldım, buruşturdum ve zahmet etmeyin, bu mülakatın sonucu çoktan düşünülmüş zaten diyerek çıktım jüri odasından.
Bir kez daha bölümüme karşı hevesim kalmamış ve bir kez daha bu iğrenç denklemden nefret etmiştim.
Rabbim ayaklarımı istikamet üzere sabit kılmasaydı sırf bu olay üzerine çok farklı bir yola savrulabilir ve hem dünyamı hem de ahiretimi yitirebilirdim. O günden sonra çok şey öğrendim ve bu olayı aradan yıllar geçmesine rağmen unutamadım.
İstediğim alandaki yüksek lisansı mezun olduktan uzun zaman sonra başka bir üniversitede yaptım. Anlattığım olayların başkahramanları ölmüştü. Ama benim içimdeki idealist öğretmen, edebiyatçı onlardan çok daha önce ölmüştü zaten…
Günün önemli haber ve videoları WhatsApp kutunuzda! Telefon numaranızı yazın, hemen abone olun...
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
İmsak | 05:26 | ||
Güneş | 06:49 | ||
Öğle | 12:40 | ||
İkindi | 15:48 | ||
Akşam | 18:21 | ||
Yatsı | 19:39 |